Kendisinin Efendisi Olmayan Hiç Kimse Özgür Değildir
EPİKTETOS
Anadolu topraklarında yaşayan bir düşünür…
Bu günkü Pamukkale, o günkü Hierapolis!
2000 yıl önce…
Okurken kolay, yaşarken uzun, düşünürken karışık.
Epiktetos da öyle düşünmüş olacak ki, o gün söyledikleri sanki dün söylenmiş gibi. İnsanlığın kendiyle derdi sorunu hep aynı. Değişen tek şey takvim sayfalarının gösterdiği tarih gibi görünüyor.
Epiktetos’un bana fısıldadıkları ise şöyle;
E-Önce bildiklerini unut.
N-Kendimi bildim bileli bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum, şimdi bildiklerini unut demek okurken kolay, yaşarken uzun, düşünürken karmaşık bir durum.
E-Önyargılarını da bırakmalısın!
N-Şimdi söyleyeceklerimi de itiraz olarak algılayacağın için susma hakkımı kullanıyorum.
E-Yaşadığımız hayat bir pazarı anımsatıyor. Sürüler satılmak için önümüzden geçiyor. Ve bunları alacak büyük bir kalabalık onarı takip ediyor. Ama az da olsa bir grup insan sadece pazara bakmaya geliyor. Nasıl kurulmuş, neler oluyor? Amacı nedir, sahibi kimdir? Ve işte pazara benzeyen bu hayatta da bazıları sadece bir şeyler alıp satmaya gelir. Araziler, mallar, mülklerle ilgilenen kim varsa bilsin ki bunlar hep maddedir. Ama bazıları da hayat denen pazarı anlamak için gelir. Böyle bir pazarın yöneticisinin, kurucusunun olmaması mümkün müdür? Bu kadar ahenkli bir yerin hiçbir amacı yok mudur?
Sanırım gözlüklerimi çıkarıp olana bitene ve olup biteceklere tekrar bakacağım. Hayat bir pazar yeriyse ben yere düşüp ezilen, telef olanlara neden bu kadar üzüldüğümü şu an daha iyi anladım. Rengarenk sebzelere meyvelere hayranlığım gökyüzüne olan hayranlığımdı. Onca kalabalık içindeki yalnızlığım ise arayışımın sonsuzluğu… Sizin hayatın bir pazar yeri olsaydı nasıl tasvir ederdiniz yaşamı?